29 Mart 2013 Cuma

İlginç Efsaneler

"Marlboro Nasıl Tutuldu?

Marlboro firması ilk kurulduğunda işleri çok kötü gidiyomuş. Şirket iflasın eşiğindeyken bi adam gelmiş, “Satışları bir ayda 3 katına çıkarırım ama bunun karşılığında da şirketin yarısına ortak olurum. Yok çıkaramazsam ömrümün sonuna kadar fabrikada bedava tütün sararım” demiş.
Malbora’nın sahipleri zaten çıkmaz sokaktaymış, “Bi haftaya kalmaz batıcaz, kaybedicek neyimiz var ki” diyerek kabul etmişler teklifi. Adamın bunlardan tek isteği binlerce boş Malbora kutusuymuş. Zaten depoda milyonlarcası varmış, talebini karşılamışlar hemen. Sonra bizimki bütün paketleri tek tek ezmiş ayağıyla, gece 12’den sonra da hepsini uçaktan bütün Amarika’nın üstüne atmış.
Sabah millet uyanınca bi bakmış ki her tarafta boş malbuş kutuları. “Yav, bu sigara bu kadar çok içildiğine göre vardır bi hikmeti” diyerek tekel bayilerine akın etmişler. Şirket o ay 3 değil 5 katı satış yapmış. Taabi bizim adam da şirketin yarısına ortak olmuş. O kişi de Philip Morris’in ta kendisiymiş.

"Citroenin Amblemi"


Citroen'i kuran herifin kızı arabası devrilince ölmüş. Adam da hırs yapmış, "Ben hiç devrilmiycek bir araba yapıcam" demiş ve pnömatik süspansiyonu icat etmiş. Sonra da arabayı devirecek olana ödül vaadetmiş. Accayip bi paraymış ödül. Memleketin her tarafında millet Citroen’i devircem diye uğraşmış. Sonunda bi çavuş devirmeyi başarmış ama o da adamın kızı gibi ölmüş. Şirketin sahibi böyle bi yarışma açtığı için köpek gibi pişman olmuş. Hemen adamlarına emir vermiş, Citroen'in amblemi çavuşun anısına “ters duran çavuş pırpırı” olmuş.
Bi zamanlar Mercedes 302, seyahat firmalarının göz bebeğiydi. Hatta bilet alırken “Araba 302’mi aceba?” diye sormak adetten olmuştu. İşte bu geyik o dönemde çok anlatılıyodu: Mercedes firması 302’yi piyasaya sürdükten sonra fabrikasının kapısına devvv harflerle şöyle bi tabela astırmış: “BUNDAN İYİSİNİ ALLAH YAPAR"

"Kav Kibritleri Nasıl Kurtuldu?"

Ünlü Kav kibritlerinin satışı müthiş derecede düşmüş. Firma artık zarar etmeye başlamış. Ne yaparlarsa yapsınlar satışı arttıramıyorlarmış. Sabah akşam toplantılar yapıp bir çıkış yolu arıyorlarmış.
Satış departmanında işe yeni başlayan, üniversiteden yeni mezun bir genç, "Ben bunu hallederim. Hatta kâra bile geçersiniz" demiş. Ciddiye almamışlar tabii. Aralarında, "Yeni yetme bir çocuk mu bizi kurtaracak?" diye konuşmuşlar.
Ama işler daha da kötüye gidince başka çareleri kalmamış. Mecburen kabul etmişler. Çocuk hemen işe koyulmuş. Ve bir ay sonra satışlar gerçekten de dörde katlanmış!
Genç satışçı bunu şöyle bir numarayla başarmış: İmalatta, kibritlerin durduğu kısmı (yani çekmeceyi) ters yerleştirtmiş. Böylelikle kutu Kav yazan yer yukarıda tutularak açıldığında çekmecenin içindeki tüm kibritler yere saçılıyomuş! İnsanlar da dağılan kibritleri eğilip tek tek toplamak yerine zaten ucuz olan kibritten bir tane daha alıyormuş.

Dünyanın En Çirkin Kadını "Mary Ann Bevan"


Barbados Adası'ndaki Tabutların Esrarı

Barbados Adası'ndaki Tabutlar

Olaylar 1807 -1820 tarihleri arasında meydana geldi.
Batı Hint adalarındaki Barbados adalarında, Christ kilisesinin güzel bir mezarlığı vardı, Barbados'un zenginlerinin aile mezarları bulunurdu.

1807 Temmuz'unda Bayan Thomasina Goddard'ın cesedi basit, ahşap bir tabutla mezar odasının en üst katına konuldu. Daha sonra, delilik, intihar ve cinayet gibi kötü şöhrete sahip Chase ailesi kondu. Ailenin reisi kötü biriydi, kölelerine karşı öyle zalimdi ki, adamı ölümle tehdit ederlerdi.

22 Şubat 1808'de bebek Mary öldü, büyük ihtimalle babası, bebeği kızgın bir anında öldürmüştü! Zavallı bebek, ağır, metal bir tabutla mezara kondu.
Birkaç ay sonra, ailenin delikanlısı, tuhaflığıyla bilinen Dorcas, kendini bahçedeki bir dolaba kilitleyip, havasızlıktan öldü. O da aynı mezara kondu. Dış kapıya geldiklerinde, iki zenci kapıyı açtı, ağıtlar yakarak tabutu taşayanlar onu takip ettiler, taş basamaklara yöneldiler, sadece el fenerinin ışığı vardı, mezarın iç kapısı açıldı ve herkes korkuyla bağırdı. Bebek Chase'in tabutu, konulduğu yerin tam karşısında ve baş kısmı yukarıda olarak, dik duruyordu! Ağıt yakanlar, tabutu düzelttiler, ve Dorcas'ı kızkardeşinin yanına koydular. Bir ay sonra, albay Chase kendini öldürdü. O da aynı mezarlığa kondu.

8 yıl sonra, Chase'lerden olan bir çocuk öldü ve mezarlığa getirildi. Bu süre içinde, menteşeler paslanmıştı, kapıyı iki zenci ancak açabildi, içeri girenler korkuyla kala kaldılar! Bayan Goddard'ın tabutu normal yerindeydi ama Chase ailesinin tabutları ortalığa saçılmıştı! Bu çok tuhaftı zira her birini dört kişi anca kaldırabiliyordu!

Bir ay sonra, mezarlığa çiçek koyan bir kadın 'çatırtı' sesleri ve 'inliyen birinin sesi'ni duydu. Kadının atının ağzından korkudan köpükler gelmeye başladı ve sonradan veterinerde tedavi görmek zorunda kaldı. Ertesi Pazar, kilisenin dışında bağlı duran atlar, korkuyla dörtnala tepeler kaçmaya başladılar, ve oradan da denize, ölüme atladılar!


Mezarlığın adı gittikçe kötüye çıkıyordu. Sırada Samuel Brewster'in cenazesi vardı, kimi Küba, kimi Haiti'den gelen, 1000 kişilik kalabalık bir cenazeydi. Şiddetli bir fırtına vardı ve dört zenci köle, kurşun tabutu taşıyorlardı ki, yine, insanın kanını donduran aynı manzarayla karşılaştılar, tabutlar yine ortalığa saçılmıştı.

Bu noktada, işe adanın valisi Lord Combermere, karıştı, sonraki cenazeye bizzat katıldı, bu hani tabutunun yeri hiç bozulmayan Thomasino Goddard'ın kızı Thomasino Clarke'ın cenazesiydi. Vali, mezarlıkta bir yeraltı dehlizi olup olmadığına baktı (ki, hiç yoktu), adamlara, yeni tabutu getirmeden önce, ters çevrilmiş tabutları düzeltmelerini emretti, sonra zemini ince kumla kaplattı ve kapıya yeni bir kilit taktırdı. Son olarak kapı, alçıyla mühürlendi, vali ve adamları alçı ıslakken, yüzüklerini iz bırakacak şekilde bastırdılar.

18 Nisan 1820'de güneşli bir günde, vali son kez mezarı açtı. Kapıdaki mühür bozulmamıştı. Ustalar alçıyı kırdılar, ama kapıyı ancak biriki santim açabildiler çünkü kapıya bir şey dayanıyordu, zorlayınca kapı açıldı, ağır bir cisim basamaklara çarparak düştü, tabii ki bu bir tabuttu. Mezara girdiklerinde, Dorcas Chase'e ait bir kol kemiği gördüler, tabutun kenarından dışarı sarkmıştı. Bayan Goddard'ın tabutu dahil, bütün tabutlar yine rastgele yerdeydi, vali pes etti. Cenazeyi başka bir yere gömdürdü.

Londra Bilim Müzesi ve Fizik Araştırmaları Derneği'nden araştırmacılar olayı araştırdılar ama hiçbir cevap bulunamadı.
Tabutlar, yer hareketlerinden dolayı devriliyor olamazdı çünkü mezar bir mercan yatağına yaslanıyordu, giriş kapısından başka hiçbir yeraltı dehlizi yoktu, kapıdaki mühür bozulmadığına göre, birinin gizlice içeri girmesi imkansızdı, mezara konulan mücevherlere dokunulmamıştı, dolayısıyla mezar hırsızlarının işi de değildi. Elliot mezarlığı bir daha asla kullanılmadı.

Seri Katillerin 20 Ortak Özelliği

Seri Katillerin Yirmi Ortak Özelliği Araştırmalara Göre Şöyle Belirlenmiş:

1) Birbirine benzer en az 3 cinayet işlemiş olmaları.

2) Durdurulana kadar öldürmeye devam ediyorlar. Bugüne kadar öldürmeye son veren seri katil olmamış.
3) Cinayetten sonra bir sakinleşme dönemine giriyorlar. Bu süre kimi katile göre birkaç gün, kimine göre de bir iki yıl olabiliyor.

4) Katil, sakinleşme döneminde cinayeti hafızasında canlı tutabilmek için kurbandan muhakkak bir eşya ya da organ alıyor.

5) Bazı istisnalar dışında hep yalnız çalışıyorlar.

6) Hepsinde cinsel davranış bozuklukları ve intihara eğilim oluyor. Büyük çoğunluğu da alkol ve/veya uyuşturucu bağımlısı.

7) Hafızaları zayıf. gerçekle yüzleşmekten kaçan yapıları var. Hayvanlara işkence etmek gibi eğilimleri var.

8) Kurbanlarını genellikle kendi yaş gruplarından seçiyorlar, fakat sosyal ya da ekonomik sınıf farkı gözetmiyorlar.

9) Birçoğu kurbanlarının etini yemekten ve Ölü sevicilikten hoşlanıyor.

10) Cinayet işlerken ne yaptıklarının farkındalar. Cezai sorumlulukları var.

11) Aşağılık duygusuna sahipler.

12) İktidar ve güç ihtiyaçlarını tatmin için olduruyorlar. Öldürme güdüsünü harekete geçiren, genellikle cinsel ihtiyaçların açığa çıkması ile oluyor.

13) Yaşları genellikle 20 - 40 arasında, ve %90'i erkek.

14) Çoğunluğu beyaz tenli, heteroseksüel ve dindar.
15) Hiçbiri dış görünüm olarak adam öldürecek birine benzemiyor. Düzenli bir işte çalışanların yüzdesi %1. Çoğu silik ve ezik insanlar.

16) Bütün seri katillerin problemli bir çocukluk geçmişleri olmuş, veya cinsel saldırıya uğramışlar.

17) Zeka seviyeleri normalin üstünde. %30'u üstün zekalı.

18) %81'i pornografiye, %79'u mastürbasyona, %71'i röntgenciliğe* ve %7'si de fetişizme meraklı.

19) %80'i, 18 yaşına gelmeden önce kadınlara veya erkeklere tecavüz etme hayali kurmuş oluyor.

20) Erkek seri katillerin birçoğuna çocukken kız kıyafetleri giydirilmiş.

Abraham Lincoln'ün Saatindeki Gizli Mesaj

Amerikan iç savaşı sırasında başkanlık yapan Abraham Lincoln'ün köstekli cep saatinde "gizli" mesaj bulunduğu anlaşıldı. Washington'daki Tarih Müzesi yetkilileri, eski başkanın 1850'li yıllarda satın aldığı saatin mekanizmasına, bir tamirci tarafından yazı yazıldığının anlaşıldığını bildirdi.

Saatin altın mekanizmasına işlenen yazıda, iç savaşta atılan ilk kurşuna atıfta bulunuluyor ve ülkenin başında bir başkan bulunmasından duyulan memnuniyet dile getiriliyor: "13 Nisan 1861: Sumter kalesi isyancıların saldırısına uğradı. Allah'a şükür, başımızda hükümet var."

Saat çarkına minnacık harflerle gayet ustalıkla işlenen yazının, 1861 yılında tamirci Jonathan Dillon tarafından kazındığı bildirildi. Saat, arızalanınca o tarihlerde Abraham Lincoln, tamir için saatçiye gönderilmişti.

Müze müdürü Brent Glass, "Lincoln cebinde böyle bir mesaj taşıdığından tamamen habersizdi. Anlaşılan, tamirci tarihi bir olayı kaydetmek istemiş..." dedi. Saat, 1958 yılında müzeye verilmişti ve içindeki mesaj şimdiye kadar fark edilmemişti.

ABD'nin 16. başkanı Lincoln, 1861-1865 arasında başkanlık yapmıştı. Lincoln, 1865'te savaşın sonlarında bir güneyli tarafından öldürülmüş, savaşı kuzeyliler kazanmıştı.

Cumhuriyetçi Lincoln, köleliği kaldırdığı ve ABD'nin bütünlüğünü muhafaza edebildiği için, en büyük başkanlardan sayılıyor.

Ay nasıl kokar?

Anlaşıldığı kadarıyla barut gibi.
Ay’da yalnızca on iki kişi yürüdü, bunların hepsi de Amerikalıydı. Astronotlar hava geçirmez uzay elbiseleri içinde Ay’ı koklayamıyorlardı, ama Ay’daki toprak yapışkan bir madde olduğundan Ay yüzeyinden kabine döndüklerinde yanlarında bu tozlardan bol miktarda sürüklüyorlardı.
Astronotlar Ay toprağının kara benzediğini, barut gibi koktuğunu ve tadının çok kötü olmadığını söylediler. Bu toprak büyük ölçüde, Ay’ın yüzeyine çarpan göktaşlarının yol açtığı silikon dioksitten meydana gelmektedir, bunun yanı sıra demir, kalsiyum, magnezyum gibi mineraller de içerir.
NASA, uzay uçuşlarına katılan her bir ekipmanı koklayan küçük bir tim görevlendiriyor. Bunun sebebi, Uluslar arası Uzay İstasyonu’ndaki havanın hassas dengesini değiştirebilecek herhangi bir maddenin uzay mekiğine girmesini önlemek.
Ay’ın peynirden oluştuğu fikri muhtemelen 16. Yüzyıla dayanıyor. Bu konuya yapılan ilk atıf John Heywood’un Atasözleri (1564) kitabında geçiyor: “Ay, taze peynirden meydana gelmiştir.” Taze peynir tıpkı Ay’ın yüzeyi gibi, benekli bir görünüme sahiptir.

Deccal’in sayısı kaçtır ?

616.
Kıyamet gününden önce dünyaya hükmetmeye gelecek korkunç Deccal’in simgesi 2000 yıldan beri 666’dır. Birçok kişi için bu uğursuz bir sayıdır: Avrupa Parlamentosu bile 666 numaralı koltuğu boş bırakır.
Bu sayıdan İncil’in en son ve en tuhaf kitabı Vahiy’de bahsediliyor: “Anlayabilen, Deccal’in sayısını hesaplasın: Çünkü bu sayı bir insanı simgeler ve onun sayısı altı yüz altmış altıdır.”
Ama bu sayı yanlıştır. Vahiy Kitabı’nın bilinen ilk nüshasının 2005’te yapılan yeni bir çevirisi bu sayının 666 değil 616 olduğunu açıkça gösteriyor. 1700 yıllık papirüs, Mısır’ın Oxyrhynchus şehrinin çöplüğünde bulundu ve başında Profesör David Parker’ın yer aldığı Birmingham Üniversitesi’nden bir paleografik araştırma ekibi tarafından deşifre edildi.
Eğer yeni sayı doğruysa, bu durum, eski sayıdan kaçınmak için küçük bir servet harcamış olanların hiç hoşuna gitmeyecek. ABD’deki 666 Otoyolu’nun adı 2003’te 491 Otoyolu olarak değiştirildi. Hele Moskova Ulaştırma Dairesi bundan hiç hoşlanmayacak. 1999’da 666 numaralı uğursuz otobüs yolu için belirledikleri yeni numara 616 idi.
Anlaşmazlık 2. Yüzyıldan beri devam ediyor. Deccal’in sayısını 616 olarak hesaplayan bir İncil versiyonu, Lyon Başpiskoposu Aziz Iranaeus (130-200) tarafından hatalı ve düzmece diye kınanmıştır. Karl Marx’ın arkadaşı Friedrich Engels Vahiy Kitabı adlı yazısında (1883) İncil’i inceledi. O da bu sayıyı 616 olarak hesapladı.
Vahiy, Yeni Ahit’in yazıya geçirilen ilk kitabıdır ve sayı bilmeceleriyle doludur. İbranice alfabesinin 22 harfinin her biri bir sayıya tekabül eder ve böylece her sayı aynı zamanda bir kelime olarak okunabilir.
Hem Parker hem de Engels, Vahiy Kitabı’nın politik ve Roma karşıtı bir risale olduğunu ve vermek istediği mesajı sayısal olarak şifrelediğini ileri sürer. Deccal’ın sayısı kaç olursa olsun ilk Hristiyanlara zulmeden Caligula ya da Neron’la ilgiliydi, hayatıkla bir yaratıkla ilgili değil.
666 fobisi, “Hexakosioihexekontahexaphobia” olarak bilinir, 616 fobisi ise “Hexakosioidekahexaphobia olarak bilinir.
Bir rulet çarkındaki sayıların toplamı 666’dır.

Amerika adını nelerden almıştır ?

İtalyan tüccar ve haritacı Amerigo Vespucci’den değil, Galli ve zengin bir Bristol tüccarı Richard Ameryk’ten almıştır.
Ameryk, John Cabot’un ikinci transatlantik yolculuğundaki baş sermayedardı. Cabot 1484’te Cenova’dan Londra’ya gitti ve Kral VII. Henry’den batıdaki bilinmeyen toprakları araştırma izni aldı.
Cabot, küçük gemisi Matthew’le Mayıs 1497’de Labrador’a ulaştı ve Amerika toprağına ayak basan ilk Avrupalı oldu:Vespucci’den iki yıl erken davranmıştı.
Cabot, Nova Scotia’dan Newfoundland’a kadar Kuzey Amerika kıyı şeridinin haritasını çıkardı. Richard Ameryk yolculuğun baş sponsoru olarak keşiflere kendi adının verilmesini bekleyecekti. O yıl Bristol yıllığında şöyle bir not vardır: “…. Vaftizci Yahya Günü’nde (24 Haziran) Amerika toprağı, Matthew adlı bir Bristol gemisiyle Bristollü tüccarlar tarafından bulundu.” Bu not neler olup bittiğini gayet iyi açıklıyor.
Bu yıllığın orijinal el yazması mevcut olmamasına rağmen, günümüze ulaşan diğer belgelerde bu metne bir dizi referans vardır. Bu, yeni kıtadan bahsedilirken “Amerika” tabirinin ilk kullanılışıdır.
Bu adı kullanan ve günümüze ulaşan en eski harita, Martin Waldseemüller’in 1507 tarihli büyük dünya haritasıdır; ama bu harita sadece Güney Amerika’yı gösteriyordu. Waldseemüller notlarında Amerika isminin Amerigo Vespucci’nin adının Latince versiyonundan türetildiğini varsaydı, çünkü Vespucci 1500-1502 arasında Güney Amerika kıyısını keşfedip buranın haritasını çıkarmıştı.
Bu durum, onun emin olmadığını ve diğer haritalarda (Muhtemelen Cabot’unkinde) görmüş olduğu bir ismin kökenini açıklamaya çalıştığını akla getiriyor. “Amerika” adının bilindiği ve kullanıldığı tek yer Bristol’dü –Fransa’da yaşayan Waldseemüller’in gitmesi muhtemel olan bir yer değildi. Waldseemüller anlamlı bir biçimde, 1513 tarihli dünya haritasında “Amerika”yı Terra Incognita (Bilinmeyen Topraklar) olarak değiştirdi.
Vespucci Kuzey Amerika’ya hiç varamadı. Yapılan ilk haritalar ve ticaret İngilizler tarafından gerçekleştirildi. Yaptığı keşif sırasında “Amerika” adını kullanmadı.
Bunun için geçerli bir neden daha var. Yeni ülkelere ya da kıtalara hiçbir zaman bir kişinin adı verilmemiştir; buralara daima bu kişinin soyadı verilmiştir.
Eğer İtalyan kaşif buraya bilinçli olarak kendi adını vermiş olsaydı, Amerika’nın adı muhtemelen “Vespucci Toprağı” (ya da Vespuccia) olacaktı.

Osmanlı Ve Çin İşkenceleri

1- Osmanlı döneminde idam edilecek adamın yanı başında bir sac hazırlanırmış ve bu sac allttan verilen ateşle iyice kızdırılırmış...Kafası kesilen adamın kafasını kestikten hemen sonra bu saca bastırırlarmış...Sıcaktan dolayı kan beyinde 2 saniye kadar dolaşacağı için adama yerde duran cansız bedeni son defa gösterilirmiş...

2-Suçlunun derisini yüzüp denize atarlarmış...(Acıyı tahmin edin artık.)

3-Suçlu ortası delik bir sandalyeye çıplak bir şekilde oturtulurmuş...Bu delik yere içinde fare olan bir kase yerleştirilirmiş...Ve kaseyi alttan yavaş yavaş ısıtırlarmış...Tabiki sıcağa dayanamayan fare çıkacak biyer bulamayınca suçlunun makattan kemirmeye başlayıp en son ağzından çıkarmış...

4-Suçlu güneşin altına ellerinden bağlı biş şekilde yatırılırmış...Suçlunun saçları kazınıp kafasına deve derisi geçirilirmiş...Deve derisi güneşte eriyip suçlunun kafasına yapışırmış...Saçlar deve derisi yüzünden dışarı doğru çıkamayıp içeri doğru çıkmaya başlarmış...Bir süre sonra saçların kafatasını delmesiyle beyne ulaştığı anda adam ölürmüş...

5-Suçlunun sığabileceği bir çukur kazılır ve suçluya tıkabasa yemek yedirilirmiş...Dışkısını da o çukura yapmak zaorunda kalan adam bir süre sonra dışkılarının bedenini çürütmesiyle ölürmüş...

Çin işkenceleri:

1-Suçlunun kafası kazınırmış ve suçlu bir direğe hiç hareket edemiyeceği şekilde bağlanırmış...Ve üstten damlalar halinde soğuk su damlatılırmış...Damlalar bir süre sonra balyoz etkisi yaptığından adamın delirmesi sağlanırmış...

2-Suçlunun göz kapaklarına iğne batırılırmış...Ve adam bir süre sonra daynamayıp gözlerinin kapatır ve kör olumuş...(Adamın biri 2 günün dayanmış en sonunda gözlerinden kan gelmiş ve kapatmak zorunda kalmış.)

3-Suçlu 10 metre karelik bir odaya kapatılırmış...Ve burdan hiç çıkartılmazmış...Yemeği düzenli olarak verilen adam tuvalet olmaması nedeniyle tuvaletini odanın bir kenarına yapmak zorunda kalırmış...Bir süre sonra yaptığı dışkı ve idrarların zehir salgılamalarından dolayı adam zehirlenerek ölürmüş...

4-Suçlunun göz kapakları açık kalacak şekilde tutuluruş...Ve belli bir mesafeden ellerinin adamın gözüne doğru ileri geri sallarlarmış...Saatlerce süren bu olayın sonunda adam kafayı yermiş...

Rakamların Sırları / Atatürk'ün Hayatındaki Rakamların Sırları Part 5

Rakamların yarattığı ilginç tesadüflerden biri de Atatürk’ün hayatında ortaya çıkıyor.Atatürk 1881’de 19.yüzyılın bitimine 19 yıl kala doğmuştur. 1900'de 19 yaşında Harbiye’ye girmiştir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmıştı ve bindiği vapurda sadece 19 yolcu vardı. 19 yıl Türk milletinin kaderine hükmetmiş. Adı ve Soyadı yani ‘Mustafa Kemal ATATüRK’ 19 harftir. 10 Kasım 1938 (19X2X19) (10 Kasım günü saat 9 da 10+9=19) 3X19 =57 Yaşında yaşamını yitirdi. Doğum ve ölüm yılları (1881 ve 1938, 19 sayısının katlarıdır.)

Rakamların Sırları / Klavye Rakamları Sırları Part 4

Bir de rakamlar üzerine garip tesadüfler vardır… İşte onlardan biri klavyelerde sağ tarafta yer alan numaralara ilişkin..Klavyede rakamların dizilişi şöyle : 7 8 9/ 4 5 6/ 1 2 3... Buraya kadar her şey tamam… Numara sihirbazlarının bulduğu sır bundan sonrasına ilişkin.. Bu rakamlar çaprazlama ve dikey-yatay olarak toplandığında ortaya hep aynı rakam çıkıyor. (753+357 = 1110), (159+951 = 1110), (456+654 = 1110), (852+258 = 1110)

Rakamların Sırları / 11 Eylül Part 3

(11 EYLüL): New York City 11 harf, Afganistan 11 Harf, Ramsin Yuseb (1993’te ikiz kuleleri tehdir eden teröristin adı) 11 harf, George W. Bush 11 harf, New York Amerika’nın 11. eyaleti, ikiz kulelere çarpan ilk uçağın uçuş numarası 11, olay 11 Eylülde yani 9/11 de meydana geldi. Amerika’da tarihler, ay önce olacak şekilde yazılır. 9+1+1= 11 ve 911 aynı zamanda ‘acil servis’ numarasıdır. 9+1+1=11, 9 Eylül yılın 254. günüdür. 2+5+4=11

Rakamların Sırları / Uğursuz Sayı 13 Part 2

UĞURSUZ SAYI: 13 : Hristiyan geleneğinde şakirtlerden 13.sünün Hz. İsa’ya ihanet ettiğine inanılır. Bunun dışında 12+1=13 cehenneme ait meleklerin sayısı olarak kabul edilir.

Fakat;
Tarih 1453 İstanbul’un fethi ve Tarih 571 Hz. Muhammed’in doğumu.Bu iki tarih Hristiyanlar için en kötü tarihlerdir.Şimdi bakalım;
1453 1+4+5+3=13
571 5+7+1=13

Rakamların Sırları / 666 Part 1

ŞEYTANIN RAKAMI: 666 üzerine bir çok efsane var. En popüler olanı ise 6 rakamının İbranice yazılımına dair. İbranice 6 rakamı W olarak yazılıyor. Şeytanın sembolü olan 666 yazmak istediğinizde (WWW) yazmanız gerekiyor.Ve WWW, İnternete girişde kullanılan ‘World Wide Web’ kelimelerinin kısaltılmış hali…

Hristiyan dünyası 666 dolayısıyla 6 Haziran 2006 tarihinde garip durumlar yaşadı.İddiaya göre Deccal, 06.06.06’ da dünyaya gelecekti. Deccal doğurmak istemeyen kadınlar, 06.06.06 tarihinde çocukları dünyaya gelmesin diye doğumu erteledi.çılgınlık öyle büyüdü ki, hastanelere yığılmalar oldu.

İncil’de bir bölümde 666 rakamı için şöyle yazar: ‘Herkese zorladı, küçük-büyük,zengin-fakir, bağımsız veya köle, herkesin alnına yapıştırdı, aleme kandırdığı ruhları göstermek için, o rakamı koydu, şeytanın rakamı : 666.’ ..

Reagan bile inanmış : Bu inanışı ciddiye alan ABD eski başkanı Ronald Reagan, evlerinin kapı numarasını 666’dan 668’e çevirmişti.

Heavy Metal grubu Iron Maiden da şeytanın sayısı 666 temalı bir albüm yapmıştı.

Şeytanın rakamı bilimde ise, yaşamın kaynağı sayılan Karbon Atomlarını sembolize ediyor. Karbon; 6 Proton, 6 Nötron ve 6 elektrondan oluşur ve bunlar kendi aralarında 666 sayısını oluşturuyor.

İdam Mahkumu Üzerinde Yapılan Deney

İdam mahkumu olan bir adam üzerinde bilimadamları bir deney yapmaya karar verirler. Mahkuma onu neşter ile bileklerini keserek öldüreceklerini söylerler. Adama bir kaç gün süre verip ölüm şeklini benimsemesini sağlarlar. İdam anı gelip çatınca adamı bir sedyeye yatırıp gözlerini ve kollarını bağlarlar. Adama son duasını yapması için biraz süre verirler. Mahkum hazır olduğunu söyleyince bileklerini plastik neşterlerle kesermiş gibi yaparlar. Bu esnada da bir yeni kesilmiş bir koyundan alınmış sıcak kanı mahkumun bileklerine akıtmaya başlarlar. Bu olaylar sonucunda mahkum bir süre titreyerek ve bağırarak can verir..

Fransa 1948 / Bir Köyde Çıldıran İnsanlar

Fransa’nin güneyinde kendi halinde bir köy olan Pont Saint Esprit’te 16 Ağustos 1951 sabahı uyanan köylüler birkaç saat sonra çıldırmaya başladı. Halk polise sürekli ejderha gördüklerini kendilerine saldırdığını söylüyordu. Bir çocuk bıçakla büyük annesine saldırdı. Bir diğeri “ben uçağım” diyerek kendini ikinci kattan aşağı attı. Doktora koşan biri ise “kalbim çıktı ne olur yerine takın” diye yalvardı. Sokaklar çıldıran insanlarla doluydu. 5 kişi öldü 300 kişi yaralandı. 50 kişi aylarca tımarhaneye kapatıldı. Uzmanlar bu olayın ekmeğin içinde uyuşturucu etkisi yapan bir yaban mantarının neden olduğunu söyledi. Fransa tarihine giren olaya “lanetli ekmek” (le pain maudit) adı verildi. Ancak 59 yıl sonra CIA arşivlerini inceleyen H.P. Albarelli isimli gazeteci olayın CIA’in “zihin kontrolü” kapsamında yaptığı bir deney olduğu iddiasını ortaya attı. Buna göre CIA köyün ekmeklerine bilerek “LSD” adı verilen sentetik uyuşturucu katmış ve neler olacağını görmek istemişti. Albarelli’ye göre bu deney ABD ordusunun özel operasyonlar birimi tarafından yapıldı. Uzmanlara göre LSD alan insanlar daha sonra telkinle istenilen her şeyi yapabiliyordu.

Atatürk'ün Ölürken Söylediği Son Söz

Her insanın karşılaşacağı ölüm gerçeğinin son saniyeleri geldiğinde, o sırada yanında bulunanlardan Dr. Neşet Ömer bey “Dilinizi göreyim efendim. Lütfen dilinizi dışarıya doğru çıkartın” diye telaşlanırken, Atatürk, Dr. Neşet Ömer beye bakarak “VE ALEYKÜMÜSSELAM” diyerek gözlerini kapatmıştır. (Kılıç Ali’nin Anıları Sh 659. Hulusi TURGUT)

Peki, o sırada Atatürk’ün yanında bulunanlar telaş ve çaresizlik içerisinde kıvranırlarken ve hiç gereği yokken Atatürk’ün “VE ALEYKÜMÜSSELAM” demesinin anlamı ne olabilir diye bir soru akla gelebilir. Böyle bir sorunun yanıtını Kur’an ayetlerinden öğrenelim. İşte Kur’an’ın söyledikleri:

“ İyiliklerini içeren kitabı sağ tarafından verileceklere, melekler: ‘SELAMÜN ALEYKE’ derler.” (Vakıa Suresi 90,91)



Bilinçaltına Gizli Mesaj Yerleştirme / 25.Kare

25. Kare; Bilinç Altına Gizli Mesaj Yerleştirme..
Gözümüzün saniyede 24 kare algılayabiliyor..
25. kare ise beynimize yazılıyor.İşte bu sistemin adı da 25. Kare..
Örneğin Siz tvde bir çizgi film izlerken adamlar 25. Kareye 'Coca Cola İç' yazısı koyuyorlar ve canınız cola çekmeye başlıyor..
Şaka gibi görünse de Rusya’da yapılan araştırmalarda bu yöntem uygulandığında Cola satışlarının arttığı gözlenmiş..

'Başka Kanal İzleme, Başka Kanal İzleme, Başka Kanal İzleme'...
Televizyon yayını kullanılarak insanın bilinçaltına belirli bir sloganı yerleştirmeyi amaçlayan '25'inci kare (25th shot) ' tekniğinin Rus TV'leri tarafından yaygın olarak kullanıldığı ve hükümetin buna karşı mücadele başlattığı bildirildi..

Rusya Basın Bakanı Yardımcısı Valeri Sirojenko'nun açıklamasına göre, '25'inci kare'yi saptamak üzere özel bir detektör geliştirildi ve bu cihaz ile yılsonuna kadar tüm TV kanallarının sürekli kontrolü sağlanmış olacak.
İtar-Tass'ın haberine göre, resmi olmayan bilgiler, Rusya TV programlarının 5'te 1'inin, '25'inci kare'yi içerdiğini ortaya koyuyor. İnsan gözünün, TV izlerken saniyede 24 kareyi algılayabildiği, 25'inci karenin ise göz tarafından fark edilmese bile doğrudan beyne etki ettiği belirtiliyor. Uzmanlara göre bu etki, beyni 'yüksek derecede ikna edici' olabileceği gibi,tahrip edici de olabiliyor. Rusya Basın Bakanlığı, bu etkiyi yayınlarında kullandığı tespit edilen TV kanallarının lisanslarının iptaline dahi gidilebileceği uyarısı yaptı.
Bakanlık kaynaklarına göre, TV'lerde yayımlanan her üç filmden birinde, 25'inci kare şeklinde, özendirme amaçlı bir slogan veya reklâm yer alabiliyor. Bu slogan veya reklâmlar, 'başka kanal izleme' şeklindeki anonslardan, siyasi amaçları hedefleyen sloganlara kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
Rusya'nın geliştirdiği detektörün, dünyadaki benzerlerinin dördüncüsü olduğu kaydedildi..

Bilincimizin bilişsel olmayan yönünün bu şekilde dış etkilerle güdülenebileceği 1900’lü yıllardan bu yana bilinen ve kullanılan bir yöntemdir. Bu emekleme sürecini şimdilik atlayıp, bu yöntemin bilinen ilk ciddi ispatı olan, 1900’lerin orta......sındaki çarpıcı bir deneyi aktarmak istiyorum.
1957 Senesinde Vance Packard bu gizli ikna yollarını ele aldığı “The Hidden Persuaders” adlı kitabını yayınlar. Kitabında, umut, korku, suçluluk ve cinsellikleri üzerine odaklanmış reklâmlar ile insanların ihtiyaçları olmayan malları dahi satın almaya ikna edildiğini tesbit eder.

Yine Reklamların tüketici davranışları üzerindeki etkilerini araştıran James Vicary, 1957 yazında, New Jersey, Ft Lee sinama solonunda Picnic adlı filmin gösterimi sırasında (bir şehir efsanesi olarak bildiğimiz) deneyi gereçekleştirir. Sinema salonunda projeksiyon makinesinin yanına görüş algısı denemelerinde kullanılan ve çok kısa, anlık süreler ile resim ve harf gösteren bir cihazı (takistoskop) yerleştirir. Film süresince her 5 saniyede bir flash şeklinde patlayan reklam mesajlarını ekranda görüntüler. Bu mesajlar saniyenin 1/ 3000’i kadar kısa bir süre sinema perdesinde göründüğü için hiç kimse fark etmez tabii. Az önceki açıklamalardan hatırlayacağız; izleyicilerden hiçbiri bu mesajları bilinçli bir şekilde algılayamamış; şartlı ve sürekli kendilerine aktarılan bu tekrarlamaları büyük bir ihtimâlle bilinçaltına depolamışlardır. Gönderilen mesajlar ne miydi? Hepimizin tahmin edeceği gibi: “Coca Cola için”, “Acıktınız mı? Popcorn Yiyin!” şeklindedir. Sonuç mu? Son derece ilginç: Popcorn satışı %57.8, Coca Cola satışı da %18.1 oranında artmış.

Güney Amerika’daki Gizli Şehir Part 7

Alman gazeteci Karl Brugger’in “Akakor Kronikleri” adlı kitabında belirttiğine göre, bir Alman taburu Brezilya ve Peru sınırındaki bir yer altı şehrine sığınmıştı. (Buraya bakınız:Amazonlardan Jonanstal’a Yeraltındaki Almanya).
Meksikalı gazeteci Mario Rojas Avendaro, “Ciudad Subterranean de los Andes” (Andların Yer altı Şehri) adlı kitabında, Marconi ve gizli şehrinin gerçek olduğunu iddia etmektedir. Avendaro, Marconi’nin öğrencisi olan Nacisso Genovese’nin, bu yer altı şehrinde yıllarca yaşadığından söz etmektedir.

Güney Amerika’daki Gizli Şehir Part 6

Belki de Bazı UFO araştırmacıları ve “eski istihbarat ajanları” bize “uzaylıları” anlatırken, Tesla, Marconi ve arkadaşları Mars’taki uzay üssünde bizi izliyor ve bekliyor olabilirler mi?
Amerikalı Albay Howard Büchner gibi (“Secrets Of The Holy Lance” ve “Hitler’s Ashes” gibi kitapların yazarıdır.) birçok askeri tarihçi, Almanların savaş sırasında Güney Afrika’nın karşısındaki “Queen Maud Land”da üsler kurduğuna inanmaktadır.

Güney Amerika’daki Gizli Şehir Part 5

Güney Amerika’da –özellikle And dağlarının doğusunda dağların yamaçlarındaki ormanlarda, Bolivya, Venezuela gibi pek çok yerde sık sık UFO’lar görüldüğü rapor edilmektedir. Bu görünen UFO’ların “Ciudad Subterranean de los Andes”den gelen araçlar olması mümkün olabilir mi?
Marconi ile birlikte birçok bilim adamının daha Güney Amerika’ya gittiği söylenmektedir. 1937’de esrarengiz İtalyan fizikçisi ve simyacısı Fucanelli, Avrupa fizikçilerini atomik silahların tehlikelerine karşı uyarıyor ve birkaç yıl sonra tamamen ortadan kayboluyordu. Güney Amerika’da Marconi’nin gizli grubuna katıldığı söylenmekteydi.
Bazı kaynakların açıklamalarına göre, “Hitler’in Son Taburundan” Alman askerleri denizaltı ile II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Antarktika ve Güney Amerika’ya kaçmışlardı. Almanların Güney Amerika’nın uzak cangıllarında yüksek teknolojiye sahip süper şehirler kurmuş olması da düşünülebilir.

Güney Amerika’daki Gizli Şehir Part 4

Zaman yolculuğu deneyleri, “Teleportasyon” (Bir yerden başka bir yere ışınlama) gibi fantastik olayların Tesla, Marconi ve onların yasaklanmış ve gizlenen buluşları ile ilgisi olabilir mi?
Tesla Teknolojisine göre Genovese, yeraltındaki şehrin çok geniş mali kaynaklara dayanarak inşa edildiğini söylemekte ve dünyadaki bütün araştırma tesislerinden daha üstün olduğunu iddia etmekteydi. 1946 yılındaşehir güçlü bir kozmik enerji kolektörü kullanmaktaydı.
Genovese’nin diğer bir iddası da ürettikleri “uçandaire” ile Ay’a ve Mars’a yolculuk yaptıkları şeklindedir. Ona göre, bu araçla Ay’a yolculuk birkaç saat, Mars’a ise birkaç gün sürüyordu. Genovese Mars’ın üzerinde görülen piramitlerden hiç bahsetmemişti. Büyük bir ihtimalle onların “Cydonia” bölgesinde kumlarla kaplı piramitlerin altında bir Mars üssü kurmuş olabileceği düşünülüyor.
İlginçtir ki, Marconi’nin gizli şehrinde üretilen disk şeklindeki araçlar, 1944 yılında Prag yakınlarındaki BMW tesislerinde imal edilen Alman Schriever-Habermohl uçan diskine çok benziyordu.

Güney Amerika’daki Gizli Şehir Part 3

Ölüm ışınının görüntüsü..

Uçandaireler imal eden yeraltındaki Güney Amerika şehirleri, birçok kişiye belki fantezi ürünü olarak gelebilir ama gerçek olduğu da düşünülebilir.
Bazı yazarların iddiasına göre, Nikola Tesla da 1930’larda bir uçan daireye binerek Marconi’nin yeraltındaki gizli şehrine gitmişti.
Tesla ve Marconi gibi iki dehanın birlikte neler başarmış olabileceğini kim tahmin edebilir? Onlar anit-gravitasyonel teknolojide Almanlardan 10 yıl, Amerikalılardan 20 yıl ilerdelerdi.
Acaba onlar 1940’ların başında disk şeklindeki uzay gemileri “Zaman Makinası” olarak kullanmış ve geleceğe gitmiş olabilirler mi? Belki de geçmişimize dönmüşlerdir…

Güney Amerika’daki Gizli Şehir Part 2

Marconi, Tesla’yla aynı esrarengiz kişiliğe sahipti. Yatı “Electra” da anti-gravite (Yerçekimine karşı koyma) deneyleri yapıyordu. Marconi’nin yatı adeta yüzer bir laboratuar gibiydi ve yatından uzaya sinyaller gönderdiği de bilinmektedir.
Marconi, 1936 Haziran’ında İtalyan faşist diktatörü Benito Mussolini’ye savunma amacı ile kullanılabilecek bir “Dalga Silahı”nın nasıl çalıştığını göstermişti. 1930’larda bu cihazlara “Ölüm Işını” denilmekteydi. Marconi’nin takipçilerine göre, 1937 yılında yatını Güney Amerika’ya götüren Marconi, herkese öldüğü haberini yaymıştı.

Güney Amerika’daki Gizli Şehir Part 1

Büyük bir servetle ve zamanın ötesinde bir çalışmayla yeraltında bir şehir inşa edilir. Güney Amerika’ya giden 98 bilim adamı, Venezuela’nın güneyindeki ormanlarda, sönmüş bir volkanik kraterin altında inşa etmişlerdir bu şehri.

Çok büyük paralarla finanse edilen bu yeraltı şehrinde, Marconi’nin güneş enerjisi, kozmik enerji ve anti-gravite projeleri üzerinde çalışmalar yapıldı. Dünya milletlerinden ayrı ve gizlice çalışarak, serbest enerji motorları ve jiroskopik anti-graviteye sahip disk şeklinde bir uçak geliştiren bu topluluk kendini insanlığın iyiliğine ve barışa adamıştı. Onlar tüm insanlığın, enerji şirketleri, çok uluslu bankalar ve askeri-endüstriyel kompleksin kontrolü altında olduğunu biliyorlar ve bu yüzden kendilerini geri kalan bütün insanlardan soyutluyorlardı.

Gizli Şehir Ve Ölüm Işını U.S.A

Güney Amerika’daki Gizli Şehir

Büyük bir servetle ve zamanın ötesinde bir çalışmayla yeraltında bir şehir inşa edilir. Güney Amerika’ya giden 98 bilim adamı, Venezuela’nın güneyindeki ormanlarda, sönmüş bir volkanik kraterin altında inşa etmişlerdir bu şehri.

Part part izleyebilir okuyabilirsiniz fotoğraflara bknz.

Bir Hayalet Gemi Efsanesi: Mary Celeste

4 Aralık 1872' de Kaptan David Dead Morehouse komutasındaki Dei Gratai adlı İngiliz gemisi New York ile Cebelitarık boğazı arasında seyrederken, tuhaf ve başıboş bir şekilde hareket eden bir gemi gördüler. Gemiye yanaştılar, seslendiler kimse cevap vermedi, Kaptan adamlarına sandalları indirip, ne olduğuna bakmalarını emretti, adamlar gemiye çıktılar, görünüşe göre gemide kimse yoktu..kamaradaki altı pencere tahtalarla kapatılmıştı, elbiseler kuruydu ve jiletler paslanmamıştı, belli ki gemi su almamıştı, bir dikiş makinası yağı kutusu dikey olarak duruyordu, bu da gösteriyor ki, gemi dalgalarla sarsılmamıştı yeterli yiyecek ve su vardı, bir kamaradaki masada, 'sevgili eşim Fanny...." diye başlayan bir mektup kağıdı duruyordu...
Saat bozulmuş, pusula kırılmıştı, cankurtaran sandalları yoktu, sekstant ve kronometre kayıptı, yerde bir kadın elbisesi ve bir çocuk oyuncağı vardı, sanki herkes çok aceleyle gemiyi terketmiş gibiydi, ayrıca esrarengiz kan lekeleri vardı, en tuhafı da Kaptan'ın yatağının altına kanlı bir kılıç gizlenmişti, seyir defteri hariç tüm belgeler, konşimento kayıptı, enson 24 Kasım'da tutulan gemi seyir defterinde, enlem, boylamlarla, Kaptan'ın Benjamin Briggs olduğu ve gemide eşi ve bebekleri ile ayrıca yedi kişilik bir mürettebatın olduğu yazıyordu, peki geminin terk edilişinden bulunuşuna kadar geçen on gün içerisinde ne olmuştu?

Bu ilginç olayla ilgili hepsi birbirinden ilginç teoriler ortaya atıldı: Korsanlar, Bermuda Şeytan Üçgeni, isyan, UFO'lar vs. ve bu konuda romanlar yazıldı, filmler çekildi. Ama gemi Bermuda Şeytan Üçgeni'nin bölgesinde seyretmemişti, korsanlar da gemiyi kargosuyla bırakıp kaçacak kadar aptal olamazlardı, isyan içinse sebep yoktu, çok ilginç bir başka teori gemideki gizli bir yolcuyla ilgili. Olay gerçekten çok esrarengiz...

" MARY CELESTE GEMİSİNİN KAYBOLMASIYLA İLGİLİ TEORİLER "

Dei Gratia gemisinin mürettebatı, (salvaj) kurtarma parası almak için Mary Celeste'deki herkesi öldürdüler. (Eğer öyleyse bu umduklarından çok daha az kar getirecek bir riskti)
Gemi su almaya başladı ama önemini anlayamadılar ve panik içinde gemiyi terkettiler (öyle olsa yetkin ve yetenekli biri olan Kaptan, kalp krizinden ölmesi gerekirdi)
Korsanlar gemiyi bastı ve herkesi öldürdüler ( O sıralarda o bölgede korsan gemisi olduğunu gösteren hiçbir kanıt yoktu)
Gemideki herkes salgın hastalıktan öldü (o zaman cesetlere ne oldu?)
Gemiye dev bir kalamar saldırdı!
Bir şekilde Kaptan'ın eşi öldü ve Kaptan üzüntüsünden kendini denize attı, mürettebat sarhoş oldu, kanlı bıçaklı kavgalardan sonra gemiyi gruplar halinde terk ettiler, ölenleri denize attılar, diğerleri karaya çıkmak için cankurtaran sandallarına bindiler
Geminin kargosunda bulunan alkol infilak etti ( ama ne yangın, ne de patlama izi vardı)
Bir denizaltı Kaptan'ı ve mürettebatı gemiden alıp, okyanusun dibine, oradan da bir UFO ile uzaya götürdü yani uzaylılar kaçırdılar!..
Kaptan, arkadaşıyla yüzme yarışı yaparken, mürettebat onları kollamak için bir platform yapmıştı, köpek balıkları saldırıp, yüzücüleri yedi ve platform mürettebatla birlikte suya düştü.
Mürettebattan birisi psikopattı ve herkesi öldürdükten sonra intihar etti. (bu durumda cesetler ne oldu?)
Ruh çağıran kişilere göreyse, Kaptan kayıp kıta Atlantis'i gördü ve hepsi adaya çıktılar, hayran hayran ovalara ve mermer evlere bakarlarken, ada tekrar suya battı, hepsi boğuldu.
BBC, Mary Celeste sitesindeki bir teori ise şöyle: Gemideki ekmekler buğday yerine çavdardan yapılmıştı, çavdar nemlenince körlük ve deliliğe yol açan bir tür mantara yol açar, böylece mürettebat küflü ekmekleri yedikten sonra delirdi ve sandallara binip gemiyi terkettiler.


Mary Celeste'in yolcuları asla bulunamadı.

MARY CELESTE gemisiyle ilgili wikipedia'daki bilgiler ve geminin akıbeti:
Mary Celeste, 31 metre boyunda,282 ton ağırlığında bir gemiydi, 1861 yılında, Spencer Adaları' nda inşa edildiğinde geminin ismi Amazon'du. Geminin uğursuz olduğu düşünülüyordu, daha ilk seferinde kaptan ölmüştü ve Manş denizinide bir başka gemiyle çarpışmıştı. Ama daha sonra karlı ve sorunsuz seferler yaptı, 1867 yılında fırtınaya yakalanıp, karaya sürüklendi. Kurtarıldı ve 1869'da Amerikalılar satın aldı, ismini de Mary Celeste olarak değiştirdiler. (BBC, Mary Celeste Wreck forum sitesinden son öğrendiğimiz bir habere göre, bu isim ünlü gökbilimci Galileo'nun kızı Maria Celeste'den esinlenerek konulmuş)
5 Kasım 1972 yılında Kaptan Benjamin Briggs'in yönetiminde, kargosunda endüstriyel alkol olduğu halde New York'tan, İtalya'ya doğru yola çıktı. Kaptan'ın eşi ve 2 yaşındaki çocuğu dahil, toplam 10 kişi vardı. Sonra, yukarıda da anlatıldığı üzere Dei Gratia gemisi Mary Celeste'e rastladı, iki saat boyunca gemiyi gözlediler, sürüklendiğini düşündüler. Sonunda sandalla gemiye çıktılar ve gemide kimsenin olmadığını anladılar. Kaptanı'ın seyir defteri hariç tüm belgeler de kayıptı, 1.701 varil alkol kargoda duruyordu, 6 aylık yiyecek, içecek de mevcuttu. Seyir defterine son kayıt 24 Kasım günü düşülmüştü. (Azor adalarının 160 km. batısındayken) Yolcular bugüne dek bulunamadı, ne olduğu hala bir muamma. 1873 yılında, İspanya'ya iki cankurtaran sandalının vardığı, birinde bir bayrak ve ceset, diğerinde de 5 ceset bulunduğu rapor edilince, bu cesetlerin Mary Celeste gemisinin yolcularına ait olduğu düşünüldü fakat cesetlerin hiçbiri kesin olarak teşhis edilemedi.
Mary Celeste, 12 yıl boyunca seferlere devam etti, 1885 yılında, çok aşırı bir şekilde yüklenip sefere çıktı, geminin kaptanı, sigortadan para almak için gemiyi kasten batırmaya teşebbüs etti. Ama başarılı olamadı, gemi batmadı ve sigorta şirketi sahtekarlığı ortaya çıkardı.
9 Ağustos 2001 yılında, yazar Clive Cussler'ın ve film yapımcısı John Davis'in başkanlığındaki bir araştırma ekibi, Haiti açıklarında, geminin enkazını bulduğunu bildirdi. Arkeolog, James P. Delgado, keresteler dahil çeşitli parçaları analiz ederek, geminin Mary Celeste olduğunu tespit etti. Buna rağmen başka araştırmacılar emin olmadıklarını söylediler. Arizona Üniversitesi'nin geminin kimliğiyle ilgili analiz araştırmaları esnasında,kullanılan ağaçların geminin batışından enaz 10 yıl sonra bile canlı olduğu ortaya çıktı.
Bir teoriye göre, Kaptan Briggs, daha önce hiç böyle tehlikeli bir yük (alkol) taşımamıştı ve tedirgindi. Dokuz varilde sızıntı vardı, tarihç Conrad Bayers'e göre kaptan Briggs, ambara indi, alkol buharı ve kokusunu alınca, geminin infilak edeceğini sanarak, herkesin sandallara binmesi emrini verdi ama telaştan sandalları gemiye iyice bağlayamadı ve gemiden uzaklaştılar. Böylece ya battılar ya da açlık ve susuzluktan öldüler.
2005 yılında bu teorinin gelişmiş bir şeklini Alman tarihçi Eigel Weise ortaya attı ve teorisini denemek üzere bir Londra'da University College'de şöyle bir deney yapıldı: Alkol buharının alev alıp almayacağını denemek için, geminin ambarının benzeri küçük bir makedi inşa edildi. Yakıt olarak bütan ve varillerin yerine kağıt küpler kullanıldı. Ambar kapatıldı ve buhar tutuştu. Patlamanın şiddetiyle kapılar açıldı ve tabut büyüklüğündeki maket sarsıldı. Kağıt küplere ise bir zarar gelmedi. Belki ambardaki bu yangın mürettabatı sandallara indirtecek kadar korkutmuş olabilirdi. Geminin arkasındaki kopuk halat, mürettebatın gemiye bağlı olduğu teorisini doğruluyor. Gemi tam yol hızla giderken terkedilmişti ve az sonra da bir fırtına çıkmıştı. Bu durumda sandalları gemiye bağlayan halat kopmuş ve sandallar da fırtınaya dayanamamış olabilirdi.
Bazılarına göre ise mürettebat ambara inip alkolü içmek isteyince, kaptanı öldürdüler ve sandalı çalıp kaçtılar. Başka birçok saçma teoriler de anlatıldı ama ne olduğunu hala kimse kesin olarak bilmiyor.

Dünyanın En Yeteneklileri Part 5

5- CLEOPATRA STRATAN

3 yaşında şarkı başına 2.500 TL kazanıyor. 2002 yılında Moldova'da dünyaya gelen Cleopatra Stratan, şimdiye kadar başarılı bir albüm çıkaran en genç şarkıcı olma ünvanını taşıyor. Zira, küçük kız daha 3 yaşındayken ilk albümünü çıkardı.

Müzisyen bir ailenin çocuğu olan Cleopatra'nın rekorları bununla bitmiyor tabii. Küçük Cleopatra, aynı zamanda iki saat boyunca kalabalık seyirci kitlesine canlı konser veren en genç şarkıcı, en çok para kazanan en genç şarkıcı, MTV müzik ödülü alan en genç şarkıcı ve bir ülkenin hit şarkısını çıkaran en genç şarkıcı rekorlarına da sahip.

Dünyanın En Yeteneklileri Part 4

4- MICHAEL KEVIN KEARNEY

10 yaşında üniversiteden mezun oldu. 24 yaşındaki Michael Kevin Kearney, sadece 10 yaşında üniversiteyi bitirmesiyle değil, aynı zamanda "Kim 1 milyon dolar ister?" bilgi yarışmasında büyük ödülü kazanarak dünya çapında ün saldı. 1984 doğumlu dahi çocuk, 17 yaşında üniversite hocası olmasıyla ve kırdığı dünya rekorları ile biliniyor ama dahası var...

Daha dört aylıkken konuşmaya başladı. Altı aylıkken doktoruna "sol kulağımda bir enfeksiyon var" gibi komplike bir cümleyle meramını anlattı. 10 aylıkken okuma-yazma öğrendi! Dört yaşındayken Amerika'nın önde gelen üniversitelerinde John Hopkins Üniversitesi'nde matematik testlerinde en yüksek skoru aldı. Liseyi altı yaşında bitirdi, 10 yaşında Santa Rosa Üniversitesi'nden mezun oldu. Şu anda Guiness Rekorlar Kitabında adı, "üniversiteden en küçük yaşta mezun olan kişi" olarak geçiyor.

Kearney'in "Kim 1 milyon dolar ister?" yarışması finalinde son soruda telefon hakkını kullanmak isteyip, herkesin soruyu babasına mı danışacak dediği anda, babasını arayarak "baba 1 milyon doları aldım eve geliyorum" demesi ve son soruya da doğru cevap vermesi hem yarışma sunucusunu hem de tüm dünyayı şaşırtmıştı. Kearney'in yarışma başarısı ve finaldeki bu anekdotu dilden dile dolaşan bir efsaneye dönüştü.

Dünyanın En Yeteneklileri Part 3

3- SAUL AARON KRIPKE

Lisedeyken Harvard'dan öğretmenlik teklifi aldı. Bir hahamın oğlu olarak dünyaya gelen Saul Aaron Kripke, tam anlamıyla bir "dahi". Henüz ilkokul dördüncü sınıfa giderken matematiği yalayıp yutan üstün insan, daha liseye başlamadan geometri, kalkülüs ve felsefe alanlarına hakim oldu. Lisedeyken yazdığı ödevler, daha sonra mantık derslerinde kullanılmaya başladı.

Ödevlerinden biri Harvard'ın Matematik Bölümü tarafından beğenildi ve henüz lisedeyken Harvard'dan iş teklifi aldı. Harvard'dan "Sizi ders vermek üzere aramızda bekliyoruz" diyen bir mektup alan Kripke, ailesinin öncelikle liseyi bitirmesini istediğini söyleyerek teklifi reddetti; ama hemen liseden sonra Harvard Üniversitesi'ne kabul aldı

Üstün zekalı Kripke, felsefe alanında Nobel Ödülü'ne eşdeğer Schock Ödülü'ne layık görüldü ve şu anda hala yaşayan en büyük filozof olarak kabul ediliyor.

Dünyanın En Yeteneklileri Part 2

2- GREGORY SMITH

12 yaşında Nobel Ödülü'ne aday gösterildi. 1990 doğumlu Gregory Smith, 2 yaşında okuma yazma öğrendi ve 10 yaşında üniversiteye başladı. Ama bu, süper çocuğun hayat hikayesinin sadece bir kısmı. Zira, o dahi çocuk, öğrenmeye ayırdığı vakitten arta kalanı barış ve çocuk hakları savunucusu olarak dünyayı gezerek değerlendiriyor. Smith, dünyadaki gençler arasında barışı yayma amaçlı "Uluslararası Gençlik Savunucuları Derneği"nin de kurucusu.

Eski Amerikan Başkanı Bill Clinton'la ve Mikhail Gorbaçov'la tanışmış ve Birleşmiş Milletler Konseyi'nde konuşma yapmış sıradışı bir çocuk o. İşte tüm bu sıradışı yönleri ve barış için yaptığı çalışmalarla, Smith, şimdiye kadar dört kez Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi. İşin ilginç yanı ise tüm bu başarıları, 20 yaşına basmadan gerçekleştirmesi.

Dünyanın En Yeteneklileri Part 1

1- KIM UNG-YONG

4 yaşında üniversiteye gitti, 15 yaşında doktorasını yaptı. 1962'de Kore'de doğan Kim Ung-Yong isimli bu süper dahi, dünyanın en zeki insanı olarak Guinnes Rekorlar Kitabı'na girdi. 4 yaşında üniversiteye gitmekle kalmayan büyük deha, aynı zamanda o yaşlarda Japonca, Korece, Almanca ve İngilizce dillerine de hakim olmasıyla ayrı bir rekor kırıyor.

5 yaşına bastığında en zor integral ve diferansiyel denklemleri çözebilen dahinin IQ'su 210'un üzerinde olarak biliniyor. 3 yaşında Hanyang Üniversitesi'nden kabul alan Yong, 6 yaşına kadar fizik bölümünde misafir öğrenci olarak okudu.

7 yaşında Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından Amerika'ya davet aldı ve 15 yaşını doldurduğunda Colorado Üniversitesi'nde Fizik Doktorası'nı yapmıştı. 1974 yılında üniversitedeyken NASA'da araştırmalara başladı ve fizik alanından İnşaat Mühendisliği alanına geçiş yaptı.

1978 yılında anavatanı Kore'ye dönen Yong'a birçok prestijli üniversiteden teklif gelmesine karşın o, yerel bir üniversitede ders vermeyi seçti. Yong, şu anda Kore'deki Chungbuk Üniversitesi'nde part-time öğretim üyesi.

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Çin Seddi hakkındaki yanlış bilgiler;

1. Çinliler'in Türkler'den korunmak için yaptıkları bir yapıdır.
2. Yekpare bir yapıdır
3. Uzaydan görülebilen insan eliyle yapılmış tek yapıdır.



Çin Seddi hakkındaki doğru bilgiler;

1. Çin Seddi, yalnızca Türkler'den korunmak için değil, köylülerin set inşaatında çalıştırılarak ayaklanmalarının engelleneceği de düşünülmüştür.
2. Çin Seddi deyince herkesin aklına tek bir sur gelse de, aslında Çin'in kuzeyi farklı farklı hanedanlarca inşa edilmiş pekçok farklı sur tarafından bölündü. Ejderha kuyruğu gibi kıvrılarak uzanan Çin Seddi yekpare bir değil, birçok yapıdan oluşuyor.
3. 20. yüzyılın ilk on yılında, Batılı yazarlar ellerinde kesin hiçbir kanıt olmaksızın Çin Seddi'nin Ay'dan görülebildiğini ilan ettiler. Seddin uzunluğu da çoğu zaman abartıldı. Uzmanlar 2700 kilometre uzunluğunda olduğunu söylese de Çin'deki sınır surlarının uzunluğuna ilişkin kesin bir rakam yok, çünkü hâlâ ölçüm yapılmamış çok fazla bölüm var.

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar

Yanlış;
Eskimolar buzdan evlerde yaşar.
Doğrusu;
Sadece Kanada eskimoları buzdan evlerde yaşarlar, diğer eskimoların evleritaşdan yada hayvan derisinden yapılmıştır.